Yeni Adli Yılın Başlangıcı ve Yargı Sorunları
Yeni Adli Yılın Başlangıcı Üzerine Düşünceler
Öncelikle, yeni adli yılın, başta hukukçu meslektaşlarımız ve yargı camiasının tüm çalışanları olmak üzere, ülkemize ve milletimize hayırlı olmasını diliyorum. Umuyorum ki bu yıl, halkımızın haklarını arayabildiği ve alabildiği bir yıl olur.
Bildiğiniz üzere, adli tatil yasada düzenlendiği üzere 20 Temmuz’da başlayıp 31 Ağustos’ta sona eren 43 günlük bir zaman dilimini kapsamaktadır. Fransa’dan alınmış bu uygulama ile, çiftçilerin hukuki meselelerle uğraşmak yerine hasat kaldırmakla ilgilenmeleri amaçlanmıştı. Bu nedenle, adli tatil dönemi, tarım işlerinin en yoğun olduğu zamanlar dikkate alınarak planlanmıştır. Ancak günümüzde Türk yargı sisteminde, çalışanlara ihtiyaç duydukları dinlenme süresini vermeye dönüşmüş, fakat artan nüfus ve ihtilaf sayısıyla orantılı olarak büyümeyen adalet hizmeti altyapısı, çalışanı ve kalitesi neticesinde sistemsel bir açığa sebebiyet vermektedir.
Ülkemizde yargı sürecinin yavaşlaması ve adli tatil dâhil her unsurun modern ihtiyaçlara cevap verememesi, bu durumun neden olabileceği olumsuzlukları önlemek amacıyla yasa gereği adli tatil döneminde bile bir kısım işlerin görülmesi ile sınırlı kalmakta, adli tatilin verdiği gecikme ise telafi edilememektedir.
Adli tatilin temel amacı, yargı sisteminin verimliliğini artırmak ve yargı mensuplarının iş yükünü dengelemektir. Uzun ve yoğun çalışma süreçlerinin ardından, adli tatil ile yargı çalışanlarına fiziksel ve zihinsel dinlenme olanağı sağlanması hedeflenmektedir. Ancak her adli yıl açılışında yeni bir heyecan ve şevkle işlerin hızlanmasını, dinlenmiş bir bakış açısıyla nitelik ve nicelikte artış beklenilse de, adaletin mülkte bir temenniden öteye geçmediği her açılışta tekrarlanan hamasi ifadelerle gözler önüne serilmektedir.
Taze bir soluk olarak katıldığım bu yargı dünyasında, mesleğimde hızlanmaya çalışsam da, kısa zamanda anladığım şey, sistemsel olarak çözülememiş yargı düzeninin diriliş günlerinden çok uzakta olduğudur. Adliye içi sistemi eleştirirken, savunma makamı temsilcileri olarak, şekli anlamda dahi itici güç olabilme, vizyon getirme, ortak payda kurma ve yanlışı tespit edip doğruya ulaşma fonksiyonunu yerine getirme çabasında olmalıyız.
Yargılamada hak ve adaletin tecellisindeki sorunları gündeme getirirken, görünenin altında daha büyük ihtilafların olduğu gerçeği gözlerden kaçmamalıdır. Artık adalet talep etmek ve hakkını aramak, hiç olmadığı kadar maliyetli bir çaba haline gelmiştir. Yargı harçları, karşı vekalet ücretleri ve avukatların meslekte var olma imkânlarının kısıtlanması, müdafi ücretlerinin geride kalması, vergi yükü ve cari giderler, vatandaşların hak talep etme imkânlarını zorlaştırmaktadır. Hukuk insanlığının saygın bir kişilik gerektirmesi beklenirken, maddi imkânsızlıklar da her meslek ve birey için öz varlığına yönelik bir tehdit unsurudur. Bu bağlamda, avukatlık, hukuk devletlerinde var olan ve olması gereken yargının sürekli muhalefet şerhleri olarak sıkıştırılmıştır.
Bu durumun ortadan kaldırılması için gerekli hukuki dayanakların ve düzenleme ihtiyacının tesis edilmediği de gözlemlenmektedir. İcra veya haciz sırasında işini yapmaya çalışan avukata yapılan fiziki saldırılar, bir avukatın dava dosyasına ulaşması ya da hakime ve savcıya yüzyüze itiraz edebilmesi gibi engeller önemsenmemekte, çözüm üretilmemektedir. İddianın ve ihtilafın başladığı yerde savunma yoksa, o iddia ya da yargı baştan sakattır. Gelişimi ve hakikate ulaşacak bir gerçekliği söz konusu değildir.
Bu temelde, avukatların mesleki sorunlarını çözmek amacıyla düşünülen örgütlenme modelleri, barolar aracılığıyla Türkiye’deki yargı ve hukuk sorunlarını çözmekle yükümlüdür. Bu nedenle barolar, büyük bir sorumluluk taşımaktadır.
Sonuç olarak, bu sorunların bir çıktısı olarak, bugün yargı paydaşları olan hakimler, savcılar ve avukatlar dâhil olmak üzere, yargının hizmet verenleri ile hizmet alan vatandaşlar, hukukun adaletine, tarafsızlığına ve bağımsızlığına kesin bir inançla yaklaşamamaktadır. Bu durum, devlet yönetiminin ciddi bir şekilde ele alması gereken bir konudur ve herkesin bu işin altına elini koyması beklenmelidir.
Her zeminde demokratik birlikteliği, adil ve saygılı paylaşımı, karşılıklı güveni, sosyal paylaşımı ve yan yanalığı kuramadığımız sürece, altı delik bir kovayla su taşıma çabasına benzer bir şekilde, zamanımızı ve insanlığımızı tüketmeye devam ederiz.
Bu sorunlar ve temenniler ışığında, yeni adli döneme dair şahsımın umut ve tespitleri bulunmaktadır. Maalesef, şeklen yürüyen adalet sistemimizde insanlar ve kusurları şeklen yargılanmakta, ağır usul ve esas hataları yüzünden haksız cezalara ve hak kayıplarına maruz kalmaktadır. İstinaf ve temyiz süreçlerinin uzunluğu göz önüne alındığında, kararlar bozulduğunda da her şey için çok geç olmaktadır. Yanlış cezalar, hakkaniyetli olmayan hükümler ile binlerce insan cezaevinde yersiz bir şekilde yatmakta, mükerrirlik denilen uygulama ile istenen amaç gerçekleştirilememektedir. Bu nedenle, yeni yasama yılında görüşülmesi beklenen infaz düzenlemesinin kapsayıcı ve vicdani adaleti önceleyerek, on binlerce mağdura yeni bir şans vermesini umuyorum.
Bir kez daha, yeni adli yılımızın, yeni, dinamik, katılımcı, adil, gücünün ve sorumluluğunun farkında bir savunma anlayışı ve adaletli yargı bilincinin yaygınlaşmasına vesile olması dileğiyle, hayırlı olmasını diliyorum.